Dil, toplumsal bir yapı olarak toplumun geçirdiği değişimlerden doğrudan etkilenir. Türkiye’de dilin serüveni, özellikle Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte hızlanan bir dönüşüm süreciyle dikkat çekiyor. Bu süreçte dilde sadeleşme çabaları, sosyal ve politik değişimlerle yakından bağlantılıdır. Bugün Türkiye Türkçesi ile 100 yıl önceki Türkçe arasında belirgin farklar bulunmaktadır. Ancak, dildeki bu sadeleşme hareketinin zamanla farklı bir noktaya evrildiği de gözlemlenmektedir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye’de modernleşme hamleleri başlatıldı ve dil bu sürecin önemli bir unsuru olarak ele alındı. 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu, Osmanlı döneminden kalma Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri sadeleştirme çalışmalarına hız verdi. Amaç, dilin daha anlaşılır hale getirilmesi ve toplumun her kesimi tarafından kolayca kullanılabilmesiydi. Ancak bu sadeleşme süreci, yıllar sonra bugünün gençlerinin dedelerinin konuşup yazdıklarını anlamakta zorlanmasına yol açtı. Başlangıçta dilin zenginleşmesi hedeflense de uygulamada dilin zenginliği kayboldu. Osmanlıca kelimeler ve eski metinler, sadeleşen dil yapısıyla birlikte yeni nesiller tarafından anlaşılmaz hale geldi. Özellikle gençler, eski yazıları okuyup anlamakta zorlanıyor. Dil devrimi, topluma büyük yenilikler getirirken, geçmişle olan bağların da zayıflamasına neden oldu. Bu noktada “Acaba dilin sadeleşmesine gerçekten gerek var mıydı?” diye düşünmeden edemiyorum.
Osmanlı döneminde dilin zenginliği, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yoğun kullanımıyla destekleniyordu. Bu zengin kelime hazinesi, düşüncelerin ve duyguların daha derin ve anlamlı bir şekilde ifade edilmesine olanak tanıyordu. Ancak modern Türkçeye geçişle birlikte bu kelimeler yerini daha sade ve günlük konuşmaya yakın ifadelere bıraktı. Kısacası, eleştirdiğimiz eski Türkçenin daha güçlü bir duygusal ifade gücü vardı. Sadeleşme, dilin inceliklerini ve duygusal ifade gücünü büyük ölçüde azalttı. Eskiden bir düşünceyi ifade etmek için birden fazla kelime seçeneği varken, bugünün Türkçesi daha sınırlı ve basit bir kelime dağarcığına sahip. Duygusal ifadelerin azalması, dilin estetik yapısının da değişmesine neden oldu.
Sadeleşme çalışmalarının ardından, son yıllarda sosyal medya ve küreselleşme, dile olumsuz yönde büyük bir etki yaptı. Dilimizin geçirdiği en büyük dönüşümlerden biri, sosyal medya ve küreselleşme etkisiyle meydana geldi. Günümüzde İngilizce kökenli kelimeler, Türkçenin günlük kullanımında yaygın hale geldi. Sosyal medya, dilin hızlı, kısa ve sade bir şekilde kullanılmasını teşvik etti. Özellikle gençler, sosyal medya diliyle sınırlı bir kelime dağarcığıyla iletişim kurmaya başladı. Hatta kelimelerin ve cümlelerin yerini “emoji” adı verilen semboller aldı.
Dilin sadeleşme süreci bu şekilde daha da ileri taşındı. Bu değişim, dilin estetik ve duygusal yapısını daha da zayıflattı. Daha da kötüsü, kültürel bağlarımızı geçmişle iyice zayıflattı. Bugünkü Türkçe, geçmiş dönemlere kıyasla çok daha sınırlı bir kelime dağarcığına sahip. Bu durum, gençlerin dar bir dil kullanarak iletişim kurmasına neden oluyor. Sosyal medya ve küreselleşmenin etkisiyle dildeki anlam kaybı hızla artmaktadır. Günümüz Türkçesi, geçmişin zengin ifadelerine kıyasla daha basit ve yüzeysel bir hale gelmiştir. Her geçen gün dilimizdeki basitleşme devam ediyor.
Dilin bu sadeleşme süreci, kelime dağarcığının azalmasına ve duygusal derinliğin kaybolmasına yol açmıştır. Edebi eserler ve tarihi metinler, yeni nesiller tarafından anlaşılmakta zorlanılmaktadır. Korkarım, gelecekte de dilin sadeleşme süreci devam edecek.
Türkiye’de dilin evrimi, Cumhuriyet döneminde başlayan dil devrimi ile hız kazanmış ve sosyal medya, küreselleşme gibi unsurlarla daha da derinleşmiştir. Dilde sadeleşme hareketi, başlangıçta halkın dili daha iyi anlamasını hedeflerken, süreç içinde dilin zenginliğinin kaybolmasına neden olmuştur. Sosyal medya ve teknolojinin etkisiyle dil daha da sadeleşmiş, ifade gücü azalmış ve genç nesillerin kullandığı kelime dağarcığı sınırlanmıştır. Gelecekte, bu sadeleşme sürecinin devam etmesiyle dilde sadeleşmeden ziyade bir dil “felaketi” yaşanacağını öngörüyorum.
Dilin bu serüveni, toplumun yaşadığı dönüşümleri yansıtmaktadır. Geçmişin dil zenginliğine hasretle bakıyoruz. Dildeki sadeleşmeyle, tarihi ve kültürel birikimimizden ve duygusal derinliğimizden her geçen nesilde biraz daha uzaklaşıyoruz. Yani dilin değişimiyle, tarihimizden, kültürümüzden ve geçmişimizden kopmaya devam ediyoruz.
Kalın sağlıcakla.
1971 yılında Sakarya’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Adapazarı’nda tamamladı. Halkla ilişkiler ve medya mezunu olan Abdülkadir Şen evli ve 2 çocuk babasıdır. 1999 depremi sonrası Beton Santrali Müdürü olarak 7 yıl görev yaptı. 2007 yılında Sakarya Kültür ve Sosyal Yardım Vakfı ( SAKVA)'nda Yönetim Kurulu Üyesi ve idareci olarak bulundu. Seyahat etmeyi seven Abdülkadir Şen’in yaptığı seyahatlerinden derlediği FAS ve BALKANLAR’ı anlattığı yayımlanmış 2 gezi/anı kitabı, Kurtuluş savaşı kahramanlarından Kazım Çavuş'un savaş hatıralarını yazdığı bir kitabı vardır. Sakarya merkezli yayın yapan Zafer Dergisinde ve Yeni Sakarya Gazetesinde yazıları çıkmaktadır. Halen Sakarya ili Adapazarı ilçesinde hayatını sürdürmektedir.