Kültürün görünen yüzü olan maddi kültür öğeleri farklı coğrafyalarda bazen aynı bazen de bambaşka şekilde ortaya çıkmıştır. İnsanlar taşıdığımız kültürel kimlik içerisinden farklı bir kültüre bakınca yalnızca benzemeyen noktaları görme eğilimi gösterse de son yüzyılda yaşadığımız değişim bu konudaki tutumlarımızı değiştirdi. Bizi aynı pencereye sıkıştıran da elbette teknolojik gelişmelere uyumlu olarak geliştirdiğimiz ‘habituslar’dır.
Habitus, failin karşılaştığı yeni durumlara karşı yatkınlığını anlatmak amacıyla kullanılmaktadır. Teknoloji söz konusu olduğunda bu yatkınlık “hiçbir koşul olmadan uyum sağlamak” gibi görünüyor olsa da temel de karşılıklı bir müzakere olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu açıklamak için telefonun hayatımıza girişi ve bu süreçte edindiğimiz yeni alışkanlıklarımız ile uyum sürecimize bakacağız.
We Are Social’in 2021 yılında açıkladığı verilere göre Türkiye’de günde 7 saatten fazla internet kullanıyor ve bunun yaklaşık 3 saatini sosyal medyada geçiriyoruz. İnternetin 1989’da, Facebook’un 2004, Twitter’ın 2006 ve İnstagram’ın 2010 yıllarında kurulduğunu düşünürsek yirmi beş yıllık süreçte geçirdiği değişim ve edindiğimiz habitusları saymakla bitiremeyiz.
1994 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Türkiye’de ilk kez kullanılan cep telefonunu eline aldığında, cep telefonunun icadının üzerinden yaklaşık 21 yıl geçmişti. Yani teknolojik gelişim daha yavaş ve bizim uyumumuz ise “meraklı gözlerle izlemek” düzeyindeydi. Cep telefonun kısıtlı kullanıcı sayısı her geçen gün artarken bireylerin geliştirdiği alışkanlıkları da aynı ölçüde genişledi.
Şahsi fikrim telefonun değişimindeki en önemli eşik kamera ile entegre edilmesiydi. Aslında bu entegrasyon bize büyük bir kullanım alanı sunmadı. Çok düşük çözünürlükte görüntü kalitesine sahipti ve bunu bize yine düşük kalitede küçücük bir ekran vasıtasıyla gösteriyordu. O dönemde bu pek de kullanılmayan özellik yine de kullanıcıyı kendisine çekiyordu. Tabi daha önce karşımıza çıkan fotoğraf makineleri ve kameralara kıyasla başarılı bir adımdı. Böyle olduğunu da günümüzde kullanılan telefon ekranları ve kamera teknolojileriyle görüyoruz.
Bu noktada telefon, internet ve yazılım gibi birçok farklı alan birlikte yükseldi. Telefonun iyi fotoğraf çekiyor olması paylaşacak güzel şeyler edindirdi bize, sonuç olarak fotoğraf paylaşmayı temel alan birçok sosyal ağ ortaya çıktı. Aynı anda internet yaygınlaştı ve kullanıcılar bu ağlara dahil olmaya başladı. Buraya kadar çoklukla biz yeni gelişmelere uyum sağladık.
Yazılım dünyası ise akıllı telefonlar ve ardından application’lar ile büyük bir atılıma imza attı. Telefon kameraları, yapay zekâ teknolojiyse yüzümüzü algılamaya başladı. Diğer yandan yükselen fotoğraf kalitesi bir noktadan sonra bazı şeylerin ‘filtrelenmesi’ gerektiği fikrini doğurdu. Bu noktada daha ziyade teknoloji firmaları toplumun isteklerine göre hareket etti. Her güzel anımızı göstermek istediğimiz sosyal medyalarımızda sivilcelerimizi, estetiksiz burunlarımızı, dolgusuz dudaklarımızı gösteremezdik. Bu durum daha az zararlı diye filtreli sigara satmaya başlayan firmaları hatırlatıyor sanki..
Alışkanlıklarımız ve teknolojiye olan yatkınlığımız artık farklı bir boyutta, karşı karşıya kalabileceğimiz en büyük sorun ise kültürel boşluk olacaktır. Maddi kültürün bu denli hızlı değiştiği çağımızda manevi kültürel öğelerimize karşı tutumumuz etraflıca düşünülmeli.
1991 yılında Sakarya’da doğdu. Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Üniversite yıllarından itibaren metin yazarlığı ve blog yazarlığı yaptı. Şu an bir dergide editör olarak çalışmaktadır.