Son dönemlerde çokça karşıma çıkan sözlerden biri de “insan öldüğünde kendisinden ilk alınan ismi oluyor. Artık en yakınları dahi “Cenaze” diye bahsediyor. Hatta bazılarımıza göre unutulma ciddi bir konuymuş. Cumhuriyet dönemi şairlerimizden Orhan Veli’nin bir şiirini okurken bir cümle dikkatimi çekti,
“Kendi gitti, İsmi bile kalmadı yadigâr”
Çok hoşuma gitti bu cümle. Unutulmak hem ne güzel hem de ne tuhaftı. İnternete bu konuda bir göz atayım derken karşıma unutulma düşüncesinin bir fobi olduğunu öğrendim. Bilimsel olarak adı bile varmış. Athazagoraphobia. Unutulma, görmezden gelinme veya başkaları tarafından göz ardı edilme korkusuyla karakterize edilen nadir ve özgül bir fobiymiş.
Bizler, sosyal varlıklar olarak doğuştan itibaren kendi çevremizdeki kişilerle ilişkilendiririz. Bu ilişkiler kimliğimizi şekillendir. Ancak bu bağlar geçici olduğunda ya da zayıfladığında, kendimizi yalnız ve anlamsız hissedebiliriz. İşte bu, unutulma korkusunu tetiklemekte.
Kur’an-ı Kerim’de 124 yerde korku konusu geçmekte; yarısına yakını dünyevî korku ve kaygılar, makam, mevki, para, şöhret korkusu içermektedir.
Kimi insanlar; şan, şöhret, mevki, makama kavuşamama korkusu yaşarken, kavuştuklarında ise, kaybetme korkularını yaşarlar. Makamlarını kaybetme korkusu sonucunda kararsız, uykusuz, hasta v.s. gibi olumsuzluklar yaşamaktadırlar.
İnsan unutulma korkusunu yenmek için çareler arar. Örneğin, bazı insanlar kendilerini unutulmaz kılmak amacıyla sosyal çevrede sürekli olarak iz bırakmaya, başarılı olmaya ya da yaratıcı işler yapmaya çabalar. Diğer yandan, bazı bireyler ise tam tersine, bu korkuyu reddetmek adına içine kapanabilir veya bu kaygıyı görmezden gelmeye çalışabilir.
Unutulma korkusunun çocukluk döneminde deneyimlenen bazı olaylar ya da travmatik anılardan kaynaklanabileceği konusunda psikologlar hemfikirdir. Çocukken yeterince ilgi görmemiş ya da kendini değersiz hissetmiş insanlar, büyüdüklerinde bu eksikliği sosyal çevrelerinde daha çok ilgi görme çabasıyla kapatmaya çalışabilirler. Bu bağlamda, unutulma korkusu aynı zamanda bireyin sosyal kabul edilme ihtiyacıyla da yakından ilişkilidir.
Hayatımızın vazgeçilmez parçası olan sosyal medyanın unutulma korkusunu tetiklediğini düşünüyorum.
Günümüzde, unutulma korkusu sosyal medya gibi dijital platformlar aracılığıyla daha da belirgin hale gelmiştir. İnsanlar, sosyal medyada sürekli olarak bir iz bırakma, kendilerini gösterebilme ve hatırlanma ihtiyacı hissederler. Paylaşımlar, beğeniler ve yorumlar sayesinde insanlar, geçici bir anı kalıcı hale getirme arayışına girerler. Bu platformlarda bırakılan izler, bireylerin geçici varoluşlarını kalıcı kılma çabasının bir yansımasıdır. Ancak bu durum, zamanla bireylerde doyumsuz bir kabul ve onay arayışına yol açabilir. Her beğeni, yorum ya da takip, bireylerin kendilerini değerli hissetmelerine katkıda bulunurken; aynı zamanda, yeterli ilgi görmediklerinde unutulma korkularını tetikler.
Unutulma korkusu, bireyi başarıya ve üretkenliğe yönlendiren bir motivasyon kaynağı olabilir. Örneğin, sanatçılar eserleriyle kalıcı bir iz bırakmak, bilim insanları keşifleriyle hatırlanmak ve liderler yaptıklarıyla toplum hafızasında kalıcı bir yer edinmek isterler.
Bu korkunun aşırıya kaçtığı durumlarda, insan kendi istek ve hedeflerinden uzaklaşabilir ve sadece toplumun kendisi hakkında ne düşündüğüne odaklanabilir. Başkalarının gözüne hoş görünmek, toplumun beklentilerine uymak ya da sosyal onay kazanmak adına kendi değerlerinden taviz verebilir. Bu da insanın doyuma ulaşamamasına, sürekli bir yetersizlik hissine kapılmasına ve en sonunda psikolojik olarak yıpranmasına sebep olabilir.
Filozof Marcus Aurelius’ un meşhur bir sözü var: “Yakında her şeyi unutacaksın, yakında herkes seni unutacak.”
Şu gerçeği kabul etmemiz lazım, 100 sene önce bizim yaşımızda olan insanlar artık nasıl aramızda değillerse, 100 sene sonra biz de burada olmayacağız.
İnsanın kendi değerini anlaması, sosyal çevreden bağımsız olarak kendini kabul etmesine olanak sağlar. Sosyal etkileşimlerden bağımsız olarak, kişinin kendine dönmesi ve kendi iç dünyasına odaklanması, unutulma korkusunu azaltabilir. Bunun yanı sıra, sosyal medya gibi hayal bir dünyada var olma çabası insanı hiçlik duygusuyla oyalar. Oysa ölüm var ve biz o ana en iyi hazırlanan insan olmalıyız.
1971 yılında Sakarya’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Adapazarı’nda tamamladı. Halkla ilişkiler ve medya mezunu olan Abdülkadir Şen evli ve 2 çocuk babasıdır. 1999 depremi sonrası Beton Santrali Müdürü olarak 7 yıl görev yaptı. 2007 yılında Sakarya Kültür ve Sosyal Yardım Vakfı ( SAKVA)'nda Yönetim Kurulu Üyesi ve idareci olarak bulundu. Seyahat etmeyi seven Abdülkadir Şen’in yaptığı seyahatlerinden derlediği FAS ve BALKANLAR’ı anlattığı yayımlanmış 2 gezi/anı kitabı, Kurtuluş savaşı kahramanlarından Kazım Çavuş'un savaş hatıralarını yazdığı bir kitabı vardır. Sakarya merkezli yayın yapan Zafer Dergisinde ve Yeni Sakarya Gazetesinde yazıları çıkmaktadır. Halen Sakarya ili Adapazarı ilçesinde hayatını sürdürmektedir.
