Connect with us

Hi, what are you looking for?

Genel

Daha Ne Kadar Susacağız?

Sözün en güçlü hali bazen suskunlukla sınanır. Ama bugün suskunluk; onay, müşterek suç, ya da en hafifinden pervasız bir aldırmazlık haline dönüşmüştür. Katil ve işgalci İsrail’in mazlum Gazze insanları mahvetmesi, kentleri, tarlaları, okulları, yaşam alanlarını yok etmesi; çoluk çocuk, yaşlı-genç demeden katletmesi karşısında bir açıklama yapmak —kısacık bir kınama notu, “endişeliyiz” türünden ifadeler— artık bir söylem değil, bir örtüdür. Söz söylemek susmakla eş tutuluyor; susmaksa fiilen olayın devamına rıza göstermektir.

Bunun adı tereddüt değil; bunun adı ahlaki yetersizlik. Oyun, artık sadece aktörlerin değil; izleyenlerin ve sessiz kalanların da oyunudur. Bir insanın öldürülmesi, bir semtin harabeye döndürülmesi, bir halkın göçe zorlanması yalnızca sahadaki güçlerin ölçüsü değildir —aynı zamanda uluslararası vicdanın, kurumların, toplumların sınavıdır. Ve bu sınavın sonucu her geçen gün felaketin ağırlığını artırıyor.

Sözlü açıklamaların, diplomatik nota göndermelerin, “endişe” beyanlarının sembolik değeri hâlâ var olsa da; gerçek yaptırımların, açık desteklerin, ekonomik ve siyasi izolasyonun uygulanmadığı yerde bunlar birer bant yardımı kadar işe yarar: kanayan yarayı kapatmaz, sadece üzerini kapatır. Güçlü ifadelerle sınanması gerekenler, fiilen hiçbir bedel ödemiyor. Siyasetin dili kadar siyasetin eylemi de önemlidir; eğer eylemler söylemlerle uyuşmuyorsa, söylem kendini de yitirir.

Artık haykırmanın zamanı çoktan geçti mi, yoksa haykırdığımızı sanıp aslında fısıldamaktan öteye geçemediğimiz için mi böyle hissediyoruz? Cevap ikincisinde yatıyor. Haykırdık mı gerçekten? Sokaklarda, meydanlarda, sosyal medyada, aydınların, sanatçıların, vicdan sahiplerinin sesinde yükseldi mi o çağrı? Bazı yerlerde evet. Ama evrensel bir çığlık mıydı bu? Uluslararası ilişkiler alanında etkili aktörlerin, ekonomik güç sahiplerinin, karar vericilerin verdiği yanıtlar ve atılmaları gereken adımlar elbette farklı dinamiklere bağlıdır. Fakat insan hayatının, temel hakların ve uluslararası hukukun korunması adına net ve caydırıcı adımlar atmak mümkündür. İşte mesele de burada: bu adımların atılmaması, sorumluluğun kimde olduğunu belirsizleştiriyor.

Yaptırımlar gerektiği halde yapılmıyorsa; bunun adı pragmatizm değil, ikiyüzlülüktür. Bazı kuruluşların, bazı devletlerin ve bazı liderlerin tavırları ikiyüzlülüğün sırıtır hâlidir: sözde insan hakları savunuculuğu, fiilen çıkar hesaplarına kurban veriliyor. Sessizlik bazen çıkar hesabının örtüsü, bazen de stratejik hesapların sonucu olarak sunuluyor. Fakat insan canı ve onuru, hiçbir stratejik hesap tarafından pazarlık konusu yapılmamalıdır. Uluslararası hukukun, uluslararası toplumun ve vicdan sahibi her bireyin temel sorumluluğu, bu tür suçlara karşı net duruş sergilemektir.

Söz yetmiyor çünkü sözü söyleyenlerin eylem gücü yoksa, söz sadece vicdan rahatlatıyor; zulmü durdurmuyor. Yaptırımlar, hesap sorma mekanizmaları, suçluların uluslararası mahkemeler önüne çıkarılması, silah akışının durdurulması, insani yardımın güvenli ve hızlı biçimde sağlanması—bunlar lafta değil, pratikte uygulandığında anlam taşır. Bunlar, yalnızca “kınıyorum” demekle atılmayacak adımlardır; siyasi cesaret, hukuki hazırlık ve uluslararası dayanışma ister.

Burada asıl sorumluluk sadece devletlere değil: uluslararası kuruluşlara, sivil topluma, medya kuruluşlarına, akademisyenlere ve biz duyarlı varandaşlara düşüyor. İki yüzlülüğün ifşası, üzerine gitmeyi, belgelendirmeyi, zorunlu kılmayı gerektirir. Sözünü saklayan bir kurum; finansal bağlar, stratejik ortaklıklar veya jeopolitik hesaplar yüzünden geriye çekiliyorsa, bu durumu açığa çıkarmak ve kamuoyunu bilgilendirmek sivil toplumun görevidir. Medyanın kayıtsızlığı varsa, alternatif mecralarla gerçekler görünür kılınmalıdır. Akademi ve hukuk çevreleri, delilleri derlemeli; adalet talebini somut mekanizmalara dönüştürmelidir.

Daha ne kadar susacağız? Bu, yalnız bir sorunun sorulması değil; çağrıdır. Suskunluğumuz kararların, eylemsizliklerimiz ise sonuçların sorumluluğunu beraberinde getirecek. Tarih, sadece olup biteni kaydetmeyecek; suskun kalanları da yazacak. Ama unutmamalıyız: tarihin vicdanı bazen geç işler; o yüzden vicdanımızın çağrısına şimdi cevap vermeliyiz.

Son olarak şunu söyleyebilirim. Sözlerimizi güçlendirmek yetmiyor, sözlere uygun eylemler talep etmek zorundayız. İnsani değerleri zedeleyen her suç karşısında net ve caydırıcı tavırlar talep etmek, yaptırımların uygulanmasını sağlamak, ikiyüzlülüğü teşhir etmek —bunlar vazgeçilmezdir. Suskunluk artık bir seçenek değil; tarihin ve insanlığın karşısında durduğumuz anın bir sınavıdır. Ve bizler, her birimiz, bu sınavı geçmek zorundayız. Çünkü insanlık, daha fazla bekleyemez.

1977 yılında Kastamonu’da dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden ve Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünden mezun oldu. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslami Bilimler Anabilim Dalı Kelam Bölümünde Yüksek Lisans yaptı. 2002 yılından beri reklamcılık sektörünün içerisinde yer aldı. Grafik tasarım üzerine uzmanlaştı. Sakarya Üniversitesi’nde Grafik Tasarım, Fotoğrafçılık, Medya Planlama ve Mesleki Bilgisayar Uygulamaları dersleri verdi. Profesyonel anlamda stok fotoğrafçılıkla uğraşmaktadır. Halen bir reklam ajansında grafik tasarım üzerine çalışmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da ilginizi çekebilir.

Genel

Neşet Ertaş’ın “Yolcu” türküsü, hayat serüveninin sorgulandığı ve bu serüvene dair derin düşüncelerin anlatıldığı, yürek burkan bir türküdür. Türkünün her mısrası, insanın dünyadaki yolculuğuna...

Genel

TEBRİKLER SAKARYA KENT KONSEYİ, TEBRİKLER GENÇLİK MECLİSİ. Sohbetlerimizde her nasılsa yeni neslin durumunu tartışmaya açarız. Bu konuda oldukça mahir olan toplumumuz. Gençleri de hedefe...

Gezi

Ostrozac Kalesi (Boşnakça: Tvrđava Ostrožac) Bosna-Hersek’in en güzel ve en küçük şehirlerinden biri olan Cazin’e bağlı Ostrojaç köyünde bulunan bir kaledir. Kale, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 16....

Genel

İçerisinde bulunduğumuz mevsim gereği gündemimize giren bir meteorolojik yazı kaleme almak istedik. Ama bizim niyetimiz meteorolojiden haber vermek değil. Bu yazıyı Kar haberlerini menfi yapanlar...

Previous Next
Close
Test Caption
Test Description goes like this